Menu

21 Nisan 2008 Pazartesi

Karanlık korkusu - kelimelere dökülen bir rüya...

Ne zaman sönse ışıklar, ürker aklımdaki karanlıklar. Bu yüzden ne zaman sönse ışıklar, çoğalır karanlıklar. Kafama sığmayacak kadar çoğalırlar. O kadar ki gözlerim, ruhum boyanır siyaha. Kanım, sığmaz olur damarlarıma. Kırmızıya dönüşürüm o anda. Islanır gözlerim, yanaklarım, aklım zamanla. Yeşil bir denize düşerim sonra. Sonsuz bir yeşil. Çırpındıkça battığım, savaştıkça öldüğüm bir yeşil. Ardından nasıl olursa kıyıya vururum beyaz köpükler arasında, çıplak bir balık gibi. Bu sefer soluduğum hava boğar beni. Ve aksi gibi kabul etmez deniz beni geri. Kum dolar boşalan damarlarıma, ruhuma, usuma. Ve tekrar yaşam bulurum rüyamın karanlığında...

10 Nisan 2008 Perşembe

Palyaço...

Üzerinde her türlü duygunun tanımlanabileceği nadir varlıklardan. Acı, korku, hüzün, mutluluk, yalnızlık, doğum, ölüm, yas...v.s. Ne kadar güzel, ne kadar acı...

Benim bir resmim (tuval üzerine yağlı boya) ;

"Her şeyi bırakıp gitme isteği"... Saçmalık...

İstemek kolaydır... Bir nevi kaçıştır. Ya da en baştan başlama isteği. Genelde bu isteğini gerçekleştiremeden başka bir çarka girer ve her şeyi bırakıp gitmek istediğini bile unutursun. Sonra biraz boş vaktin olunca ya da kendinle kalınca yine bir eser öyle. Sonra yine bir işin çıkar ve unutursun. Böyle geçer gider hayat. Sonra da istemeden her şeyi bırakıp gidersin...

3 Nisan 2008 Perşembe

Sustukça yaş(al)ıyorum...

Ne çok yazardım eskiden... Sustukça yazardım. Yazdıkça susardım. Belki de, her ne kadar karmaşık görünse de o yaşlarda yaşam, o kadar da netti - ki hızla yazabiliyordum. Öyle ki, yetişemiyordu elim aklımdan geçen kelimelere.

Bu gün yine aldım kalemi elime. Öylesine karalayım diye. O kadar çok şey geçtiki aklımdan... Yazamadım. Hangi birinden yola çıkacaktım ki? Hangi "Gökçe"yi yazacaktım? Neyin peşinden gidecektim?... Bembeyaz kağıdı izledim uzun süre. Zihnimin renkli odalarında dolanan bir şeyleri kovaladım durdum. Yakalayamadım. Ya yazacak kadar net değillerdi ya da yazacak kadar önemli...

O yaşlarda öyledir ya. Ne hissetsen, ne görsen önemlidir, heyecan verici. Hemen paylaşmak istersin herhangi bir şeyle. Bir resim ile, bir şarkı ile, bir kağıt ile. Şimdiyse yaşananlar çok daha yoğun, çok daha değerli, çok daha dolu olmasına rağmen hali olmuyor belki de insanın paylaşmaya. Her şey o kadar hızlı gidiyor ki, her şey o kadar hızlı değişiyor ki, onu paylaşmanın bir manası kalmıyor. Havada asılı kalmış onca kelime bulutu gibi. Anlattıkça anlamsızlaşacak sanıyorsun yaşadıkların, gördüklerin, hissettiklerin... Ve susuyorsun... Ceplerine doldurmaya çalışıyorsun bütün bunları. İstediğinde çıkarıp şöyle bir bakmak için.

İşine nasıl gelirse işte... İşime nasıl gelirse belki de...